Saturday, August 26, 2006

İsmail YK. ve Linç Kültürü

İlk şoku bir Kral Tv klibi karşısında yaşadım. Kürtçe yayın yasağı tartışılıyorken; Arapça, Kürtçe ve Balkan dillerinde yayınlar TRT denetiminde serbest bırakılırken bu klibi farkettim: Halte! Ne demek ve hangi dilde anlamlı bilmiyorum. Ancak bu klibin sinematografisi hala aklımdadır. Önde yüzü sinekkaydı tıraşlı esmer bir Türk Erkeği, BBG evine albüm yapmak ümidiyle hapsolan Tarık'ın yüz ifadesiyle inatla ekranın büyük kısmını kaplıyor ve ifadesini bozmadan şarkısını söylüyordu. Arkada bir folklör grubu, rus revü kızları arada bir girip çıkan dansözler klipte ne işe yaradığını çözemediğim bir sürü izleyici veya salınıp duran üniformaları yetişmemiş serbest kıyafetli amatör dansçılar vardı.Eşine benzerine daha önce rastlamadığım tuhaf bir klipti. Pek çok anlamlı şey anlamsız bir bütün oluşturmak için bir arada... Sanatsallığı ve estetikliği tartışılsa da yeni bir akım, yeni bir yaklaşım belki de kazara o klipte doğdu. Bu kadar zengin ve bütüne bakıldığında anlamsız bir koleksiyon ortaya çıkarma çabası ne olabilir... İşte "Linç Toplumunun" fenomenlerin gerçekliğini linç edişi ve bunun sanata yansıyışı...

Bunun savunucularından bir tanesi de İsmail Yk. Arabesk ve popun türleri arasında her daim deney halinde olduğundan tarzına Kuantum Mekaniğinden kaynaklanan "Belirsizlik ilkesi" dolayısıyla isim takamıyorum. İsmail Yk'nın tarzı için şu söylenebilir: "Hangi hızda gittiğini biliyorsanız, nerede olduğunu bilemezsiniz. Nerede olduğunu biliyorsanız hızını bilemezsiniz."
Hangi yöne evrileceği ve o anda ne yaptığı birarada bilinmesi imkansız.

Yurtseven Kardeşler'in en küçüğü İsmail Yk'dır. Bu 5 çocuklu gurbetçi işçi ailesinde en İsmail liseyi bitirince albümlerini çıkardılar. Yurtseven Kardeşler deneyi arabesk-elektronik karışımıyla yoluna devam ederken aile meclisi en küçük kardeş İsmail'i starlığa hazırlama kararı aldı (kaynak http://www.ismailyk.de) İlk şarkısı "Şappur Şuppur" ile onu tanımayan kalmadı. Televizyonların "Türk halkını İsmail YK.'dan bıktırma" politikasına bu şarkı iyi direndi. Şappur Şuppur yeni asırda "Alla Beni Pulla Beni"nin yeniden doğmuş haliydi. Bu Barış Manço klasik eseri ile İsmail YK şarkısı arasındaki fark İsmail YK'nın ruh halini toplumsal konumu ve argoyla harmanlayarak sunmasıydı. Şarkının ilk bölümünde bir yazlık beldesi diskosuna veya iğne atılsa yere düşmeyen cumartesi club'ına "akan" İsmail Yk. kafasındaki günlük sorunları bizimle paylaşmaktadır. İsmail Yk'nın eforları sonuç vermiyor ve sayın Yk o eşsiz tonlamasıyla teşhisi koyuyor: Yoksa ben zurna mıyım hııı? Şarkının birinci bölümü bittiğinde üzerine işportadan aldığı cicileri çekmiş, saçını İsmail YK. modeli yapmış, yazlık diskoda sarışın mavi gözlü rus alman irlandalı hollandalı gözleriyle süzen ama ümidi tükenmeye başlamış neşeli kalabalık içinde yalnız " ben sen o biz siz onlar"ı görüyoruz. "Bu gece de boş mu dönüyoruz?" sorusu aklına düşen her Türk genci gibi, "hani bu kadar turist esmer Türk erkeği için Bodrum'a geliyordu benim ne eksiğim var?" "otelin barındakiler o kadar "macera" anlatıyor. bunlar ya profesyonel zampara yada hepsi yalandı" gibi şeyleri düşünmeye başlıyoruz. İşte bu kadar yoğun duygular ancak böyle açıklanabilir: "Yoksa ben zurna mıyım hııı" Şarkının ikinci bölümünde İsmail Yk ve yanına yaklaşan bir İngiliz uçağı ile macerasını izliyoruz. Kız onu bara çektiğinde İsmail Yk. yeni işten çıktığını kızın pahalı içki almamasını, kendi kendine, içinden geçiriyor. Burada bir anda ekonomi politik bir meseleye geçiyoruz. İsmail Yk buna her an uyanık olmasa da aklının bir yerlerinde bir göçmen-işçi sınıfı bilinci taşıyor. Ve kızın pahalı ve sofistike bir şey istememesinden korkarken bir anda sınıfsal köklerine dönüyor. Kan,ter ve gözyaşı işçi sınıfının azimli savaşlarla kazandığı Cumartesi tatili, sözleşme hakkı ve grev özgürlüğü bir anda disko ışıkları altında aklımızdan geçiyor. Bu uçurumlar fazla derinleşmiyor.Derken YK bey tane tane anlatarak olay anlatımının gerilimini arttırıyor. "Bizi-imki votka-ayı usu-ulca yudumla-adı, gömle-eğimin üst düğme-esini açtı" Tam bu anda Yk beye, o imrendiği şanslı azınlık gibi, yarın sabah barda anlatacağı hikaye çıktı . Ama YK bey sanatçı kişiliğini burada ortaya koyuyor. Bunu otelin havuz barında "herşey dahil limitsiz yerli içki" vaktinde gerile gerile anlatmak yerine bundan bir şarkı yaratıyor. İşte biz, dinleyiciler, tam olarak o anda, o herşey dahil otelin havuz başındaki barında, cintonik önümüzde yanda ne anlatıldığından bihaber Ukraynalı kızlar; İsmail YK'nın bizi bara toplayıp geçen gece biz bardan ayrıldıktan sonra tek başına neler yaptığını anlattığını farkediyoruz. Arkadaki müzik ise havuz kenarındaki hoparlörden gelen içkili halde veya havuz çıkışı içi su dolu kulaklarla anlayamadığımız müzik. Ve daha ilginci İsmail Yk'nın da bu havuz bar adamlarının yaptığı gibi aynı hikayeyi aynı tonda anlatabildiğini anlıyoruz. Zaman-mekan anlayışımız işte bu noktada kendine geliyor. Şimdi sormamız gereken bir soru var. "Eee kız ne oldu İsmail?" Şarkının üçüncü bölümü ise bu soruya verilmiş bir cevap, trajedik bir son. YK bey'i cep telefonundan babası arıyor. Gecenin o saatinde barda içtiği için azar yiyen YK evine dönüyor. Ve şarkı da bir tür "her maça üç puan için çıkacağız, önümüzdeki maçlara bakacağız" mesajıyla bitiyor. Bu hikaye her yıl tekrar tekrar farklı yer ve zamanlarda kişilerle gerçekleşmiyor mu? Buna ne denir? Bireyseldeki toplumsal denir. İsmail YK bir gece macerasından böyle dönerken bunu bin yıl sonra çözecek antropologları malzemeye boğuyor. "Tarihin bir döneminde az gelişmiş insan türü avlanmak için geceleri dışarı çıkar... Eş seçimi bu müzik eşliğinde alınan alkol eşliğinde gerçekleşir... bu çiftleşme ritüeli için gece kulüpleri inşa eden insan türü...Başarısız ve yalnız olanlara "zurna" etiketini yaftalayarak..."

Bunun üzerine mesajı ne olursa olsun yazının başında anlattığım müzikal felsefeye rast gelen anlamlı parçalardan anlamsız bütün yaratna çalışması olarak "Allah Belanı Versin" başlıyor. Bu Allah Belanı Versin'deki müzikal çeşitlilik çok girift. Yayılmak yerine düğümlenip kendi içine toplanan bir hali var. Klasik batı müziği var, Elektronik öğeler var, Oryantral etkiler var,Rock bile var. Ama bu kadar var'lığı yok'luğa dönüştürmek İsmail Yk'nın kendine biçtiği sanatsal misyon. Tıpkı Halte klibindeki gibi.

Şarkıyı dinleyen hemen herkes başka bir yöne takılmış. Sözlerin boşluğu ve birbirini tekrarlayışı dinleyicilere o karmaşık müzikle ilgilenebilme fırsatı veriyor. Kimi rock baterinin aksaklarına takılmış , kimi arkada derinlerden gelen klasik batı müziği etkilerine, kimi sonlardaki o elektro gitar solosuna , kimi ney sesine... Her biri ayrı ayrı anlamlı, ama bir arada anlamsız... Zenginliği ve çeşitliğiyle gurur duyduğumuz toplum da bu biraradalığın bu anlamsızlığını yaşamıyor mu? Ve cemaatler tepki vermek istediğinde aklı, sağduyuyu sıfıra indirip saf öfkeyle vurmuyorlar mı? "Linç toplumu" da bir nevi bu şarkıya sıkışmış aynı sözleri durmadan tekrarlayan ve müziğe yansımış karmaşık bir kültürel zenginlikle o arabaya girişmiyor mu? Linç Toplumu sakin halinde o yazlık diskoda şappur şuppur öpüşürken, bu anın havuz-bar muhabbetlerinde yitirmeyip o macera anını ölümsüzleştiren bir şarkı yaparken ,bir anda ne olduğunu anlamadan bagajdan levyeyi çıkarıp o arabayı linç ediyor. Sevgili kendi 4x4 arabası evrenin bir başka köşesinde yol alırken "sen beni unutmuş için kupkuru, benim gönlümde hala o arzu" gibi bir durum varken o araba parçalanıyor. O arabanın parçalanması gücü bir şekilde göstererek YK'yı tatmin ediyor. Çünkü kimse bundan sonra ona "zurna" diyemeyecek ve YK da zurna olmadığına kendini inandıracak

Ney gibi tasavvufi kökenli bir enstrümanın öfkenin önüne sürülmesi, tüm bu yıkımın o üç dakikalık şarkıda o üç dakikalık "linç anına" sıkıştırılması ve o disko gecesinde zevki anlatırken ağır çekim heceleyen YK'nın "linç öfkesini" anlatırken müziği hızla akıtması göze çarpan diğer detaylar... Bu "linç toplumunun" "linç kültürü" eserini linç eylemlerinde dört bir ağızdan söylemek dileklerimle...

No comments: