Friday, December 02, 2005

Amatör Sosyoloji ve Sorunları

Amatör Sosyoloji... yeni teşhi edip adını koyduğum ve baştan sakat doğduğunu kabul ettiğim bir kavram. Ben bu kavramı yazının devamında inceleyeceğim "sosyolog" veya "az çok sosyoloji bilen" üniformasına bürünerek yapılan "günlük hayat sosyolojisi"ni nitelendirmek için kullanıyorum. Elbette bu kavram beraberinde dikotomik zıddı "profesyonel sosyoloji"yi gerektiriyor. Tırnak içinde "profesyonel sosyoloji" yani "sorun çözücü ve politika üreticilerinin sosyolojisi" daha resmi daha içi dolu gözükebilir. Ama "toplum mühendisliği" iddiasıyla bireysel alana müdahele ettiğinden, günlük hayatı çekilmez kılar. O da başka bir yazımın konusu.

Amatör Sosyologları, işine amatör aşkıyla bağlı olanları ve türlü sebeplerden adı başına sosyolog ünvanı koymayan alçakgönüllüleri de burada tenzih ediyorum. Amatör Sosyolog'un kim olduğu burada önemli değil, "meçhul sosyolog" "insan sarrafı" veya "tespit insanı" gibi lakaplarla anılıyorlar ve benim bahsettiğim çoğu amatör sosyologun, sosyolojik bakmak gibi bir amacı ve iddiası yok. Tek amaç hayatlarının toplumsal olan kısmında kendini sağlama almak.

Amatör Sosyoloji tıpkı tırnak içinde "profesyonel" olanı gibi ihtiyaçtan doğar. Buradaki ihtiyaçlar politik ve ekonomik alanda "karar vericilerin" ihtiyaçları değil bildik deyimle "sokaktaki insanın" ihtiyaçlarıdır. Amatör sosyolojiye ne tür problemlerde başvurulur veya bu sosyoloji nelere çözüm arar ona bakarsak: Kime kız verilir? Hangi meslek grupları daha çok maaş alır? Kimlere ev kiralanmaz? Hangi etnik grup ile ticarette hilecidir? Etnik gruptan karakter tahlili nasıl yapılır? Hangi etnik gruplar hangi mesleklerde hakimdir? İsmi "Abuzer" olan birinin nereli olma ihtimali ağır basar? Dış görünümden bir "Şereflikoçhisarlı" nasıl tanınır? Ayaşlı ve Güdüllü birbirinden nasıl ayırt edilir? vb. Bu soruları sıralamak Amatör Sosyolojinin belirgin özelliklerini ve hangi ihtiyaçlara cevap olarak ortaya çıktığını bulmak için umarım yararlı olmuştur.

Amatör sosyolojinin ilk göze çarpan özelliği "anonim" oluşudur. Üreticileri meçhul askerlerdir. Amatör sosyoloji, "sözlü kültür"e mal edilebilir. Ekşi sözlük türü sözlük sitelerinde yazılı hale geçseler bile, "sözlü kültür"ün tüm üreticilerinin ortak kaderi yüzlerinin silikleşmesi ve kaybolmasıdır.

Amatör sosyolojinin gelişmesi bir sosyalleşme göstergesidir. Ancak sosyalleşen ve "öteki" olarak adlandırdığı farklılık ile temas eden bireyler ve gruplar bu akıl yürütmeyi yapar. Ötekinin olmadığı yerde bu amatör sosyoloji de kurulamaz. Amatör sosyoloji ötekinin bizden farklı ve "bize ters" nesi varsa onu ortaya döker. "Bize ters"ler üzerinden kendimizi anlarız,bu kendimizi anlama sürecinde amatör sosyoloji önem kazanır. Bir diğer ilginçlik ise ötekinin bize atfettiği sosyolojik bulgularını sahiplenip, onlarla övünmektir. Bu da ötekinin sosyoloji üreticisi bize karşı uyguladığı savunma mekanizmalarının en ilgincidir. Amatör sosyolojinin bize baktığı zaman ne gördüğü, nasıl bir tavır takındığı hangi problem eşliğinde ve hangi saplantıyla konuya baktığına bağlıdır.

Amatör sosyoloji, saplantılarımıza haklı dayanaklar arama peşindedir. Yukarıdaki soruları aslında cevapları üretmiştir. Sorunsal gündemle paralel değişse bile cevapsal bir on yıl içinde yavaş yavaş değişir. "Bizden adam olmaz" "bu kafayla zor gireriz ab'ye" gibi sözlerden bir cevapsal repertuarı oluşturulabilir. Amatör sosyoloji tümevarırmış gibi gözükür, ama yaptığı peşin peşin bir tümden gelimdir.

Amatör sosyoloji geleneğimizin bugüne getirdiği sistematikleştirilmiş önyargılar, atasözleri ve fıkralarda yaşar. Toplumsal grupların farklılıkları görünce "sosyoloji yapma" (sosyolojik bakmaktan farklıdır) gibi bir güdüsü var, ki bu güdü sosyolojiye ilginin başlatıcısıdır. Daha baştan önyargılarla yola çııldığını düşünerek, önyargıdan arınarak topluma bakmak zor gibi görünebilir. Önyargıdan arınmak için empatiden daha iyi bir yol henüz bulunmadı.

Saturday, November 26, 2005

Amerikan İmparatorluğunda Kurucuların Asabiyeti

İlkel toplum kuramları, sosyalleşme, cemaatleşme kuramları günümüzü anlamada yeniden önem kazanıyor. Küreselleşmenin ekonomik ve kültürel boyutları, ulus-devletin “toplum”a dayanan yapısını zayıflatıyor. Toplum güç kaybederken, kendisine etnik ve dini kimlikler üzerinden taraftar toplayan ve bireylerini bir amaç etrafında birleştiren cemaatler güç kazanıyor. Ekonomik siyasal ve kültürel alanda günümüz toplumunda en belirleyici toplumsal hareketler cemaatlerin kolektif hareketleri oluyor. Asabiyet kelime anlamı itibariyle bir “cemaatin kolektif aksiyonerliği” ise, asabiyet kavramı günümüz toplumlarını anlamada kuramsal bir anahtar oluyor. Bu kavramın çatışma ve uyumu; eşzamanlı ve birbirinden ayrılmaz diyalektik süreçler olarak tasarlayışı çağdaş sosyal bilimin yapısıyla da uyumludur. Herhangi bir Antropoloji sözlüğünü açtığımızda asabiyet kelimesi karşısında “group feeling” ifadesini görürüz. Bu açıklama ve çeviri İbn Haldun düşüncesinin sadece uyum yönünü göstermektedir. Uyum asabiyet içindekiler arasındadır. Çatışma ise diğer asabiyetlere karşıdır. Bu ikisi birbirinden ayrılmaz diyalektik bir ilişki içindedir. Asabiyet terimine etimolojik kökeni açısından bakıldığında Asabiyet terimi kaynağını Arapça Asabe: baba tarafından akrabalar kelimesinden almaktadır. Kölelikten azat edilenler de zaman içinde bu asabiyetin unsuru oldular. Asabiyet terimi cemaatin ölçeği büyüdükçe kelime kökenini de aşmıştır. Les Gens-La Phratrié-La Tribu-La Cite [Soy, Boy,Aşiret, Şehir (Pax)] çizgisini izleyen Roma İmparatorluğu’nun kuruluşunun her aşamasında Asabiyet de dönüşmüş, giderek çözülmüş ancak kaybolmamıştır. Kaybolmadığı dağılma sürecinde her kabilenin kendi kaderini çizdiği görülünce anlaşılmıştır.
Günümüz toplumlarının asabiyet eşliğinde yorumlanmasına bir örnek olarak Amerikan toplumu verilebilir. Amerika’da göç hiç durmadığından, Tönnies’in terimiyle toplumlaşma[1] tamamlanamadığından “kurucu babalardan” bu yana göçmen cemaatlerine dayanan bir yapı hakimdir. Kıtaya ilk gelen püritenler (WASP) cemaatleşirken tam da İbn-Haldun’un tanımladığı asabiyet ilkelerine göre hareket etti, sonraki nesil İrlandalı-Katolik cemaatleri de püritenlere karşı varlıklarını asabiyetleri ile birbirlerine tutunarak ve ötekiyle çatışarak sürdürdüler. Hollywood filmleri üzerinden somutlaştırırsak, “Vahşi Batı”nın, Avrupa’dan farkı zor kullanma tekelinin devlette olmamasıdır. Bu ilkel devlet tasavvuru, zor kullanma tekeli açısından, İbn-Haldun’un medeni olarak gösterdiği 1300’lerin Arap şehir devletlerinden ve şehir konfederasyonlarından bile ilkel, uzlaşma kültürü açısından daha geridir. Başında şapkası belinde tabancasıyla gezen sığır çobanı figürü Amerikan bireyi ve toplumunu anlatır. Hiçbir zaman kendini güvende hissetmeyen, tehlikenin nereden geleceği belli olmayan, beline silahı takanın ve etrafına kolektif aksiyonerliği güçlü adamlar toplayanın kanun olduğu, yağmayla mülkiyet edinme veya mülkiyeti dış saldırıdan koruma amacına yönelmiş bir asabiyet Western filmlerden sezilebilir. Çağdaş toplumda bu olgunun çağdaşlaşmış yansımalarını “Bowling For Columbine” filminde görebiliriz. “New York Çeteleri” filmi konusu itibariyle Katolik İrlandalı ve WASP topluluklarının, yeni dünyada cemaatleşmesi ve diğer cemaatle iktidar savaşına odaklanır. Boston şehrindeki İrlandalı sermayenin “İrlanda Kurtuluş Ordusu”na verdiği sermaye desteği, göç edenin nereden geldiği bilincinin aradan geçen yüz elli yıla rağmen silinmediğini ve “anavatanla” bağların kopmadığını, bu asabiyetin (grup dayanışması + ötekiyle çatışma) bilinci diri tuttuğunu gösterir. Göç edenlerin, yeni dünyadaki asabiyetinin hangi değerler üzerinden kurulduğunu ve nasıl örgütlendiğini en güzel ifade eden figür Mario Puzo’nun “Don Carleone”sidir. Amerika içinde bir İtalyan asabiyetinin yeniden inşa edilişi, tüm iç çelişkileri, geleneksel değerler ile iş çıkarlarının çatışması eşliğinde ve zaman içinde asabiyetin çözülüşü/dönüşümü etrafında irdeleniyor. Amerikan toplumu içerisinde görece zayıf kalmış zenci,hispanik cemaatleşmeleri ve bu cemaatlerin iç ve dış ekonomik ilişkileri (mafya) bazı güçlü cemaatleşmelerin cemaatin siyasal çıkarlarını temsil etmek amacıyla lobiler oluşturmaları, bazı cemaatlerin (Yehova Şahitleri, Quaker) devletle anlaşarak kültürel ayrıcalıklar kazanmaları bize gösteriyor ki Amerika halen büyük ölçüde cemaatlerin asabiyetinin etkisi altındadır. Amerikan siyaset felsefesinde her grubun kendi çıkarını elde etmek için birbiriyle rekabet etmesiyle “ortak fayda”ya ulaşılacağı inancının hakim oluşunu da çatışma ve dayanışmayı aynı anda yaşayan, asabiyete dayanan yapıda aramak gerekir.
Farklı ve çekişen çıkarlara sahip topluluklar, uzlaşamayacaklarını bile bile neden birleşirler? Onları birleştiren ve bir arada tutan nedir?
Farklı ve çekişen çıkarları olan bu asabiyetleri bir arada tutmak için bir dış düşman ve onunla savaş için bir seferberlik gerekiyor. Ancak yağma edilen kazanç doğru paylaştırıldıkça bu asabiyetler uyum içinde tutulabilir. Roma İmparatorluğu, Moğol Konfederasyonu, Atilla Seferleri bir anlamda bu çatışan asabiyetleri uzlaştırmanın en cazip yolu olarak savaşı kullandı. Günümüzde ABD'nin Irak harekatı esnasında daha savaş sürerken liman ihalelerini ve petrol tesislerini 7 kızkardeş denen ve bazıları devletten de büyük bütçelere sahip şirketler arasında bölüştürmesi bu tür bir ganimet paylaşımına örnektir.
Öte yandan bu savaşların durması halinde Asabiyet unsurları da tıkanacaktır. Bir imparatorluk taht kavgalarıyla nasıl dağılıyorsa ona benzer bir dağılma başlayacaktır. Asabiyete sahip kabileler arasında bu kez birbirlerini ve onları bir arada tutan o üst-otoriteyi yağma etmek için savaş başlar. Güçlü bir liderlik ve sürekli dış düşmanlarla savaş bu birliği bir arada tutar. Meksika'da, Orta Amerika'nın bölük pörçük her ülkesinde, Bahamaların her adasında, Kore'de, Vietnam'da, iç savaşlardan kitlesel katliamlara, nükleer savaşlardan çevresel felaketlere bu seferler durduğu anda Amerika'da iç çelişkilerinin derdine düşer ve kendisinden önceki İmparatorluklar gibi kendi kendine içten içe çürür ve yıkılır. Katrina Kasırgasında açlıktan kırılan halkının üzerine yardım yerine vur emri ve m-16'larla donatılmış asker yollayan ABD bu iç çelişkinin ne olduğunun cevabını bize vermektedir.
Not: Pardon biri "anakronizm" mi dedi? Yani kuram kuram için midir? Hegel Herakleitos'dan bin yıl sonra "diyalektik" dediğinde anakronik mi oldu? Karl Marx, antik yunanın bir sınıfı olan "proleterya"yı sanayi çağına taşıyıp işçi sınıfına isim yaptığında anakronik oldu mu?
Kuram kuram için olamaz! Bilim zamanın da değişteremediği, zamanın ötesinde olanı incelemelidir. İbn-Haldun'un babası kabul edildiği tarih de, sosyoloji de, ekonomi de buna dayanır.

Sunday, November 20, 2005

Üniversitenin Gettolaştırılması

Mezun olduğum fakülteden içeri alınmıyorum. Bu sene çekilen demirperdenin ardından fakülteme bakıyorum. Çıkış belgemi verip, öğrenci kimliğimi teslim ettiğimden bu yana içeri girişim kapı görevlisinin insafına kalıyor. Kimi kimin okuluna almıyorlar? Lisedeyken, bir okul çıkışı seçeceğim üniversiteyi görmeye gittiğimde de kimlik sormuşlardı. Ancak bir boşluktan yararlanıp da içeri sızdım. Üniversitemi insan örtüsüyle tanıyarak veya tanıdığımı sanarak bir seçim yaptım. Eserlerinden etkilendiğiniz bir öğrenim görevlisine konuk olup kitap imzalatmak bile, öğrenci değilseniz, kapıcının insafına kalıyor. Şehir dışına taşınmış kampus üniversiteleri, toplumdan en başta fiziki teması kopartılarak gettolaştırılmış. Evrenselin bilgisi öğretilen biz getto sakinleri, toplumla temasımız koparıldığından toplum sorunlarını evrenselin bilgisiyle çözemiyoruz. Kazara ait olmadığınız bir gettonun kütüphanesine girseniz, araştırma arasında kantinde dinlenseniz, getto sakinlerine yabancı olduğunuzu ele verdiğiniz an sivil polisten,provokatöre kadar pek çok şey olarak görülebilirsiniz. Bu önyargı ve şüphe halini evrenselin bilgisine sahip getto sakinlerinden görmek en acısıdır. Adına üniversite dediğimiz gettolarda topluma böylesi uzak, yabancı korkusuyla dolu, ürkek ortaçağ insanları yetişiyor.
Umberto Eco tasarımı ortaçağ romanlarını bile aratan üniversiteler olduğunu duyuyorum. Gettomun sınırlarından gözükmese de daha insafsız gettolar varmış. Öyle ki kimlik gösterseler bile fakültelerine giremezlermiş. Saçları uzun diye, kulak memelerinde halka var diye, gömlek-kumaş pantolon giymiyorlar diye, bazen derslere bazen sınavlara alınmayan getto sakinleri de varmış. Kuşaklar öncesinden bir isyan geleneği devralan,getto içindeki özgürlüğün yada esaretin bedelini fikirle,inatla bazen de “kanla” ödemiş üniversiteler, özgür üniversite hayaliyle çıkılan yolun şimdilik "özgür getto" kısmındalar. Üniversitenin içindeki özgürlükler,devletin “lütfu” değil,uzun ve yorucu bir mücadelenin ürünüdür. Haddini bilmez, yetişkin özel hayatının sınırlarına saygısız bir genelgeye -simgesel bile olsa-bir tavır koyamazlarsa, yani bu üniversitelinin tecridi planı başarıya ulaşırsa,”Üniversite Yahudileri” kollarında yıldızlı bantlar “Hollywood filmlerindeki Nazi Almanya’sında” mutlu mutlu yaşayacaklar. Üniversiteliler dayandıkları mevzileri kaybedecek, hepten “bir çuval patates” olacaklar.
Üniversitelinin Tecridi
Üniversiteyi gettolaştırma ile eşzamanlı yürütülen yeni bir proje gün yüzüne çıktı: Üniversiteli Yahudilerin tecridi. Üniversiteli Yahudilerin bazı mekanlara girişinin engellenmesi, Üniversiteli Yahudilerin kollarında işaretlerle dolaşmaları,Üniversiteli Yahudilerin öğrenci kimliklerini yanlarından ayırmamaları. Gerekçesi: terör örgütlerinin toplanma noktalarından (bar,pavyon,kahvehane) üniversiteliyi uzak tutmak. Medyaya yansıyan Hizb-ut-Tahrir terör örgütü mitingi Ankara’da Hacı Bayram Camii bahçesinde mi yoksa Maltepe'de Ankaralı Namık'ın sahne aldığı bir pavyonda mı yapıldı? Ankaralı Namık'ın sahne aldığı bir pavyonda üniversiteli aramak mı terörle mücadeleye katkı sağlar yoksa Recep Tayyip Erdoğan'ın da gittiği bir caminin girişinde üniversiteliye kimlik sormak mı? Aynı genelgede tanımına hukuk kitaplarında rastlanmayan “uygunsuz hal” ifadesi var ki -ben bu ifadeden Necmettin Erbakan’ın elinde viski bardağıyla çekilmiş resmini anlıyorum- İslami hukuk uyguladığını iddia eden ülkelere, laik-demokratik Türkiye’nin “uygunsuz hal” ifadesi hediye edilmeli. Muhafazakar yönetimin özel hayata yönelik müdahaleleri, namusumuzu kamuya açarak bizleri namussuzlaştırıyor. Liseli kızların etek boyları, kız yurtlarında bekaret testi gibi yurdumuzun kanayan sorunlarına çare bulmayı misyon edinerek–üstelik böylesi dini bütün bir Ramazan gününde–böyle genelgeler kaleme alan insanların isimlerini burada anmıyor, lisans-yüksek lisans öğrencileri ve çok saygın akademisyenlerden oluşan getto sakinlerini, bir kez de ağlama duvarından önce özgürlüklerine dört elle sarılmaya çağırıyorum.