Saturday, November 26, 2005

Amerikan İmparatorluğunda Kurucuların Asabiyeti

İlkel toplum kuramları, sosyalleşme, cemaatleşme kuramları günümüzü anlamada yeniden önem kazanıyor. Küreselleşmenin ekonomik ve kültürel boyutları, ulus-devletin “toplum”a dayanan yapısını zayıflatıyor. Toplum güç kaybederken, kendisine etnik ve dini kimlikler üzerinden taraftar toplayan ve bireylerini bir amaç etrafında birleştiren cemaatler güç kazanıyor. Ekonomik siyasal ve kültürel alanda günümüz toplumunda en belirleyici toplumsal hareketler cemaatlerin kolektif hareketleri oluyor. Asabiyet kelime anlamı itibariyle bir “cemaatin kolektif aksiyonerliği” ise, asabiyet kavramı günümüz toplumlarını anlamada kuramsal bir anahtar oluyor. Bu kavramın çatışma ve uyumu; eşzamanlı ve birbirinden ayrılmaz diyalektik süreçler olarak tasarlayışı çağdaş sosyal bilimin yapısıyla da uyumludur. Herhangi bir Antropoloji sözlüğünü açtığımızda asabiyet kelimesi karşısında “group feeling” ifadesini görürüz. Bu açıklama ve çeviri İbn Haldun düşüncesinin sadece uyum yönünü göstermektedir. Uyum asabiyet içindekiler arasındadır. Çatışma ise diğer asabiyetlere karşıdır. Bu ikisi birbirinden ayrılmaz diyalektik bir ilişki içindedir. Asabiyet terimine etimolojik kökeni açısından bakıldığında Asabiyet terimi kaynağını Arapça Asabe: baba tarafından akrabalar kelimesinden almaktadır. Kölelikten azat edilenler de zaman içinde bu asabiyetin unsuru oldular. Asabiyet terimi cemaatin ölçeği büyüdükçe kelime kökenini de aşmıştır. Les Gens-La Phratrié-La Tribu-La Cite [Soy, Boy,Aşiret, Şehir (Pax)] çizgisini izleyen Roma İmparatorluğu’nun kuruluşunun her aşamasında Asabiyet de dönüşmüş, giderek çözülmüş ancak kaybolmamıştır. Kaybolmadığı dağılma sürecinde her kabilenin kendi kaderini çizdiği görülünce anlaşılmıştır.
Günümüz toplumlarının asabiyet eşliğinde yorumlanmasına bir örnek olarak Amerikan toplumu verilebilir. Amerika’da göç hiç durmadığından, Tönnies’in terimiyle toplumlaşma[1] tamamlanamadığından “kurucu babalardan” bu yana göçmen cemaatlerine dayanan bir yapı hakimdir. Kıtaya ilk gelen püritenler (WASP) cemaatleşirken tam da İbn-Haldun’un tanımladığı asabiyet ilkelerine göre hareket etti, sonraki nesil İrlandalı-Katolik cemaatleri de püritenlere karşı varlıklarını asabiyetleri ile birbirlerine tutunarak ve ötekiyle çatışarak sürdürdüler. Hollywood filmleri üzerinden somutlaştırırsak, “Vahşi Batı”nın, Avrupa’dan farkı zor kullanma tekelinin devlette olmamasıdır. Bu ilkel devlet tasavvuru, zor kullanma tekeli açısından, İbn-Haldun’un medeni olarak gösterdiği 1300’lerin Arap şehir devletlerinden ve şehir konfederasyonlarından bile ilkel, uzlaşma kültürü açısından daha geridir. Başında şapkası belinde tabancasıyla gezen sığır çobanı figürü Amerikan bireyi ve toplumunu anlatır. Hiçbir zaman kendini güvende hissetmeyen, tehlikenin nereden geleceği belli olmayan, beline silahı takanın ve etrafına kolektif aksiyonerliği güçlü adamlar toplayanın kanun olduğu, yağmayla mülkiyet edinme veya mülkiyeti dış saldırıdan koruma amacına yönelmiş bir asabiyet Western filmlerden sezilebilir. Çağdaş toplumda bu olgunun çağdaşlaşmış yansımalarını “Bowling For Columbine” filminde görebiliriz. “New York Çeteleri” filmi konusu itibariyle Katolik İrlandalı ve WASP topluluklarının, yeni dünyada cemaatleşmesi ve diğer cemaatle iktidar savaşına odaklanır. Boston şehrindeki İrlandalı sermayenin “İrlanda Kurtuluş Ordusu”na verdiği sermaye desteği, göç edenin nereden geldiği bilincinin aradan geçen yüz elli yıla rağmen silinmediğini ve “anavatanla” bağların kopmadığını, bu asabiyetin (grup dayanışması + ötekiyle çatışma) bilinci diri tuttuğunu gösterir. Göç edenlerin, yeni dünyadaki asabiyetinin hangi değerler üzerinden kurulduğunu ve nasıl örgütlendiğini en güzel ifade eden figür Mario Puzo’nun “Don Carleone”sidir. Amerika içinde bir İtalyan asabiyetinin yeniden inşa edilişi, tüm iç çelişkileri, geleneksel değerler ile iş çıkarlarının çatışması eşliğinde ve zaman içinde asabiyetin çözülüşü/dönüşümü etrafında irdeleniyor. Amerikan toplumu içerisinde görece zayıf kalmış zenci,hispanik cemaatleşmeleri ve bu cemaatlerin iç ve dış ekonomik ilişkileri (mafya) bazı güçlü cemaatleşmelerin cemaatin siyasal çıkarlarını temsil etmek amacıyla lobiler oluşturmaları, bazı cemaatlerin (Yehova Şahitleri, Quaker) devletle anlaşarak kültürel ayrıcalıklar kazanmaları bize gösteriyor ki Amerika halen büyük ölçüde cemaatlerin asabiyetinin etkisi altındadır. Amerikan siyaset felsefesinde her grubun kendi çıkarını elde etmek için birbiriyle rekabet etmesiyle “ortak fayda”ya ulaşılacağı inancının hakim oluşunu da çatışma ve dayanışmayı aynı anda yaşayan, asabiyete dayanan yapıda aramak gerekir.
Farklı ve çekişen çıkarlara sahip topluluklar, uzlaşamayacaklarını bile bile neden birleşirler? Onları birleştiren ve bir arada tutan nedir?
Farklı ve çekişen çıkarları olan bu asabiyetleri bir arada tutmak için bir dış düşman ve onunla savaş için bir seferberlik gerekiyor. Ancak yağma edilen kazanç doğru paylaştırıldıkça bu asabiyetler uyum içinde tutulabilir. Roma İmparatorluğu, Moğol Konfederasyonu, Atilla Seferleri bir anlamda bu çatışan asabiyetleri uzlaştırmanın en cazip yolu olarak savaşı kullandı. Günümüzde ABD'nin Irak harekatı esnasında daha savaş sürerken liman ihalelerini ve petrol tesislerini 7 kızkardeş denen ve bazıları devletten de büyük bütçelere sahip şirketler arasında bölüştürmesi bu tür bir ganimet paylaşımına örnektir.
Öte yandan bu savaşların durması halinde Asabiyet unsurları da tıkanacaktır. Bir imparatorluk taht kavgalarıyla nasıl dağılıyorsa ona benzer bir dağılma başlayacaktır. Asabiyete sahip kabileler arasında bu kez birbirlerini ve onları bir arada tutan o üst-otoriteyi yağma etmek için savaş başlar. Güçlü bir liderlik ve sürekli dış düşmanlarla savaş bu birliği bir arada tutar. Meksika'da, Orta Amerika'nın bölük pörçük her ülkesinde, Bahamaların her adasında, Kore'de, Vietnam'da, iç savaşlardan kitlesel katliamlara, nükleer savaşlardan çevresel felaketlere bu seferler durduğu anda Amerika'da iç çelişkilerinin derdine düşer ve kendisinden önceki İmparatorluklar gibi kendi kendine içten içe çürür ve yıkılır. Katrina Kasırgasında açlıktan kırılan halkının üzerine yardım yerine vur emri ve m-16'larla donatılmış asker yollayan ABD bu iç çelişkinin ne olduğunun cevabını bize vermektedir.
Not: Pardon biri "anakronizm" mi dedi? Yani kuram kuram için midir? Hegel Herakleitos'dan bin yıl sonra "diyalektik" dediğinde anakronik mi oldu? Karl Marx, antik yunanın bir sınıfı olan "proleterya"yı sanayi çağına taşıyıp işçi sınıfına isim yaptığında anakronik oldu mu?
Kuram kuram için olamaz! Bilim zamanın da değişteremediği, zamanın ötesinde olanı incelemelidir. İbn-Haldun'un babası kabul edildiği tarih de, sosyoloji de, ekonomi de buna dayanır.

No comments: